Kaptan Ganga için büyük gün gelmişti. İşte şimdi yepyeni bir yolculuğa başlama zamanı! diye geçirdi içinden.
Kendisine bir süre boyunca yetecek kadar erzağını depolamış, pusulasını yüzeye çıkarmış ve gözlerinin göreceği tüm manzaralara kalbini açarak teknesine o ilk adımı atmıştı.
Şimdi dümeni nereye istersem oraya çevireceğim ve istediğim yere atacağım demirimi, dedi.
Koordinatlar; 36-42 kuzey paralelleri ve 26-45 doğu meridyenlerini gösteriyordu. Güzel bir Pazar, diye geçirdi içinden…
Hava 29 derece idi, Güneş, tepedeki serüvenini tamamlamış dağların arkasına saklanmak için ağır ağır konumunu değiştiriyordu. Hafif ve ılık bir rüzgar teknenin etrafında dolanıyor, motor denizi köpürtmeye başlayarak diğer teknelerden uzağa açılmak için sabırsızlanıyordu.
Bakalım! Dedi Ganga.
Yolculuğa epey durgun sulardan başlıyoruz. Burada konakladığı süre boyunca epey yeni hikaye duymuştu. Salih’in o’na verdiği sepete dönüp şöyle bir baktı; derinliklerden çıkarılmış süngerler, birkaç demet adaçayı ve lavanta ile mis kokulu sabunlar vardı. Adaçayından bir dal kopardı ve sıcak su ile dolu bardağına bıraktı. Haydi dedi; şimdi sen yapraklarındaki şifa ve bilgeliği bardağımdaki suya ver, ben de ruhumu şifalandırmak ve bilgeliğime katkı sağlayacak yeni maceralar için kendimi bu büyük denize vereyim!
Ve motoru çalıştırdı. Durgun ve berrak sulardan uzaklaşırken; Salih Kaptan’a şimdilik veda ederek ona el sallarken, onun nasıl da uzakta kalıyor olduğuna baktı.
Evet, dağlar karanlık olasıya dek açıldıkça açılacaktı ve yakın sakin bir koya demir atarak yolculuğunun ilk gecesinde parlayan yıldızları izleme keyfi yaşayacaktı. Salih Kaptan’ın ona önerdiği koy geliverdi aklına birden. Neydi adı’ diyerek uzaklara baktı ve evet! Akvaryum koyuna doğru gidecek ve en az bir gece orada konaklayacaktı. Dümeni çevirdi ve çayından bir yudumu keyifle içti.
Uzaklaştıkça uzaklaşmıştı, Çanak Limanı’ndan bir süre batıya doğru gidecek ardından kuzeydoğu yönünde devam ederek ilk gecesini geçireceği noktaya ulaşacaktı. Şimdiden 1 saat geçti, gök maviden turuncuya çalınmaya başladı, tam da gittiği yöndeydi günbatımı… Teknenin arkasında büyük köpükler silik bir iz bırakıyor, batmak için yol alan güneşin ihtişamlı pırıltısı dalgaları boyuyordu… Bozburun’a bu manzara ile veda eden Ganga, Bülent Ortaçgil’in Bozburun şarkısını açtı ve ona şu sözlerle eşlik etti;
Doğmak için sabırsızlanan ay kadar, sabırsız hissetti o an kendini ve kuzeydoğu’ya doğru çevirdi dümenini… Tekneyle yola çıkmanın önemini düşündü Ganga. Tekne dışında bir ulaşımla bu müthiş koyu keşfetmem imkansız olacaktı, dedi… İşte göründü akvaryum koyu ve iyice kızaran gökyüzünün son güneş pırıltıları ile parlıyordu renkli balıkların pulları… Ganga gözlerine inanamadı, gerçekten bir akvaryum gibi, renkli balıklara ev sahipliği yapıyordu burası. Su öylesine berraktı ki; sanki havada asılı duruyordu Ganga’nın teknesi… Sakin bir bölgeye attı demiri ve içinden geçirdi; haydi başlasın gökte yıldızların büyüleyici seyri! Hemen atladı berrak sulara, şnorkel ve deniz gözlüğü ile keşfetti derinlikleri; minik yengeç yuvaları harika deniz yıldızları ve bolca kalamar gördü. Sudan tam çıkacağı anda bir ahtapot yavaşça dalgalanarak geçip gitti.
Yarın sabah erkenden uyanıp belki biraz kalamar yakalarım diye düşündü Ganga.
Teknesine çıktı, kurulandı ve bozburundan aldığı nefis zeytinyağı ile güzel bir salata yaptı. Ardından uzandı güverteye… Seyirinin ilk gecesinde; sadece deniz dalgaları ve parıldayan yıldızlar vardı… Ganga ise; yarın nereye doğru yola çıkacağını düşünerek düşlere daldı…